20 Ağustos Salı günü Frankfurt tren istasyonunda korkunç bir cinayet işlendi. Cinayet, güvenlik kamerasınca an be an kaydedildi.
54 yaşında Türkiye kökenli bir erkek, 27 yaşındaki Türkiye kökenli gence arkadan yaklaşıp soğukkanlı bir şekilde kafasına kurşun sıkıyor, yere devrilen gence iki el daha ateş edip öldüğünden emin olduktan sonra oradan uzaklaşıyordu. Zanlı olayın ardından yakalandı, ancak ifade vermedi. İçişleri Bakanı Nancy Faeser, olayı “Akıl almaz derecede vahşice bir eylem” diye niteledi.
Cinayetin perde arkasını biraz araştırdım; kan davası çıktı. Şanlıurfalı bir gazeteci arkadaşımın verdiği bilgiye göre öldürülen genç, geçen Mayıs ayında aynı kan davası nedeniyle Antalya’da birini öldürmüş. Sonra kendisinden intikam alınacağı korkusuyla insan kaçakçıları tarafından Almanya’ya kaçırılmış; akrabalarının yanında saklanmış. Ancak kaçakçılar, kaldığı bölgeyi hasım aileye bildirmişler. Gencin öldürdüğü adamın yeğeni de Frankfurt’a gelip cinayeti işlemiş.
Almanya’ya dek uzanan “kan davası”, Türkiye’nin asırlık geçmişe sahip, vahşi bir geleneği… Ne yazık ki, modernleşmenin, sanayileşmenin, kentleşmenin gecikmesi, taşradaki feodal yapıların kırılmasını güçleştirdi. Köy nüfusu azalsa da “köylülük” erimedi; tersine göç ettiği kentlere de hâkim oldu.
Türkiye üç haftadır, 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ölümünü, dehşetli bir cinayet serisi izler gibi izliyor.21 Ağustos’ta kaybolan Narin Güran’ın cesedine 8 Eylül’de ulaşıldı. O günden beri, cinayetin sırrı çözülmeye çalışılıyor. Şu ana kadarki ifadelerden, küçük kızın evde görmemesi gereken bir şeyi gördüğü için, aileden biri tarafından öldürüldüğü iddiası öne çıkıyor. Hemen hepsi birbiriyle akraba olan köylülerin, cinayetle ilgili hiç konuşmaması, iktidar partisinden bir milletvekilinin “Aileyi tanırız. Bildiğimiz, ama söylemememiz gereken şeyler var” demesi, polisin, savcılığın, medyanın küçücük bir köydeki cinayeti hala aydınlatamaması, kuşkuları iyice körükledi. Bu da karşımıza, başta söz ettiğim feodal-ataerkil-kapalı toplum sorununu çıkardı. Tabii kadın sorunu, “kutsal” sayılan aile, ensest, suskun toplum, siyaset-aşiret ilişkisi gibi konularla birlikte… Genel ilke yine karşımızda: Kapalı mekânlar çürüme yaratır. Tek çare, açılma ve aydınlanmadır.
|